Haftanın Kitabı'nda Ceyhan Usanmaz, dünyanın en önemli şehirlerinden Berlin'i konu eden Kirsty Bell'in "Dip Akıntıları" adlı kitabı üzerine konuşuyor.
"[Berlin’de] âdetler, davranış tarzları, konuşmalar, insanlara yaklaşım –en küçük detayına kadar– kişinin Almanya’nın geri kalanında gördüğü ve karşılaşmak zorunda kaldığı her şeyden öylesine farklıdır ki, kent sanki neredeyse bir başka ülke gibidir.” Hannah Arendt'in 1950'de yaptığı bu tespitleri günümüz için de geçerli. Gerçekten de Berlin, diğer Alman şehirlerinden farklılaştığı oranda ilgi çekici bir şehir. Hatta kendi içinde, semtlerinin de kendisine has bir karakteri vardır. Her ne kadar, son zamanlarda pahalı kahve dükkânları ve gösterişli küçük butikler sayesinde her yeri birbirine daha çok benzemeye başlamışsa da, birçok kişi gibi benim için de halen, farklılık arayışına karşılık verecek bir şehir kimliğini koruyor. Hiç kuşkusuz bunda, şaşırtıcı tarihinin payı büyük.
Çocukluğunun bir kısmı "Batı Almanya"da geçmiş biri olarak, Berlin Duvarı'nın hayaletimsi varlığı, Berlin'le kurduğum kişisel ilişkinin başlangıcında yer alıyor. Duvarın izini takip ederek, Berlin'le daha farklı kişisel ilişkiler de geliştirebildim her gittiğimde. Kimileri için bu başlangıç noktası, örneğin II. Dünya Savaşı kalıntıları da olabilir. Kirsty Bell'in başlangıç noktasında ise, evinin mutfak zemininde beliren su birikintisi yer alıyor.
"O su birikintisi mutfağın zemininde belirdiğinde evliliğimiz çoktan bozulmuştu, fakat nihai kopuşa bu olay vesile oldu." Bu olaydan sonra suyu akışına bırakıyor Kirsty Bell. Tesisatın, evliliğini sona erdiren azizliği, aynı zamanda kendisini bir şehrin portresini yazmakla görevlendirmesine de sebep oluyor. Yeni dairelerinin "ağlayışına" kulak vererek hem binanın tarihini hem de üçüncü kattaki o mutfak penceresinden gördüğü Berlin manzarasının tarihini araştırmaya girişiyor. Zamanın, kelimelerin ve imgelerin birikmiş katmanlarının üzerine kendi deneyimlerimi de eklemeyi unutmadan. Kendi içindeki “taşkınlığa” da kulak vererek... Diğer bir deyişle, bir şehrin portresi ile bir kadının içsel yolculuğu aynı pencerenin manzarasında kesişiyor. Çünkü su, daima yolunu buluyor!
"Bu şehrin dokusunun, bu manzaranın derinlerine indikçe, burayla ilişkim konusundaki tereddütlerim de artıyor. Sahi, ben niye buradayım? Ve ben kimim ki bu hikâyeyi anlatıyorum? Manzaram tarihin özünde var olan bir ikilemi açığa vuruyor, sorumlulukların nerede başlayıp nerede bittiği sorusunu sorduruyor. Bu geçmişe karşı bir sorumluluğum var mı benim? Yaşamayı seçtiğim eve ait olan geçmişe karşı? Böyle bir sorumluluk duygusu farklı dönemlerin içinden ilmek ilmek geçerek bizleri şimdiki zamanın dokusunda, kendi kendini var eden bir hafıza camiasında buluşturabilir mi? Berlin’in taşına toprağına sinmiş ortak sorumluluk bu mu yoksa? Bakmak ve yeniden bakmak?"
Predrag Matvejević, Öteki Venedik isimli kitabında (çev. Birsel Uzma, YKY, 2007), Venedik’i ziyaret eden pek çok kişinin görmek için aceleyle ilerlediği görkemli, ünlü yapılardan çok; “yanlarından bir bakış bile atmadan öylece geçip gittiği” ekmek fırınlarını, bir konak bahçesinde köpekler için açılan mezarlığı, hanları, “tavernaların rakibi, ayin mekânlarının alternatifi” berber dükkanlarını anlatıyordu. Hemen hemen bütün Venedik fotoğraflarında kanallar üzerinde gördüğümüz o meşhur gondollar yerine, kanalların zeminine yayılan ve bir kısmı bir daha asla gün yüzü görmeyecek, cocci adı verilen tuhaf parçalardan bahsediyordu; bir dönem seramik imal edilen atölyelerin ıskartalarından, mendirek ve duvarların yapımında kullanılan bu hatalı ürünlerden... Yani, "alternatif" bir Venedik gezi rehberi sunuyordu; hiç kuşkusuz benzer bir şeyi Kirsty Bell, Berlin için yapıyor Dip Akıntıları kitabıyla.
Kirsty Bell
Dip Akıntıları
çev. Yasemin Çongar
Siren Yayınları, 2024
295 s.